Tadımız yok, derdimiz çok... Emekli mutsuz, gençler düşünceli… Bitmeyen bir uyku sarmış herkesi; sanki mutsuzluktan bir tür uyanamama hâli… Bir de gerçekten uyuyamayanlar var ki, vay hallerine…
Dinmeyen ağrılarımız, yediğimizden mi içtiğimizden mi belli değil artık.
Her gün yeni bir şeyler öğreniyoruz. Dünya değişiyor, hastalıklar da onunla birlikte.
Öyle hastalıklar ki; kimi kulağımızı uğuldatıyor, kimi durmadan öksürtüyor…
Kimi yerle bir ediyor, kimi nefes bile aldırmıyor. Kalbi ağrıyanın da vay haline…
*
Her birinin adı başka: Yeni türler, yeni varyantlar, yeni salgınlar…
Sorduğunuzda “Bilmem ne gribi” deniyor. Ama ertesi gün hem adı değişmiş, hem etkisi.
Koronayı görmüş, pandemiyi yaşamış, evlerine kapanmış insanlık olarak “Bunlar da ne ki?” diyesimiz geliyor; sonra hemen tahtaya vuruyoruz elimizi.
Ama mesele sadece bedende değil artık, ruh da hastalanıyor.
*
Tıpkı hastalıklar gibi, insanlar da büyük bir dönüşümün içinde.
Bazı hâllere “huysuzluk” deniyor artık.
Bazılarının savunması hazır: Anksiyete.
*
Geçtiğimiz günlerde, şehir dışı bir ziyaret sırasında şöyle bir sohbet geçti:
- Anksiyete neymiş?
- Kaygı, endişe durumu işte…
- Bunlar hep yediğiniz içtiğinizden… Soğan sarımsak yemezsen, yoğurt tüketmezsen, elinden telefonu düşürmezsen olacağı budur… Ankastreymiş…
- Yok yok, anksiyete…
*
Bunca “bilmem ne gribi” arasında, her yerde de bir kavga hâli, bolca yalan, dinmeyen gözyaşları…
İnsanoğlunun hayatla ya da kaderiyle değil, kendiyle bitmeyen bir kavgası var artık.
Ne duraksıyor, ne de “yıldım” deyip başka bir ruh hâlini kabul ediyor.
Bir de salmıyorlar, bırakmıyorlar kendi halimize…
Ya çıkmaz sokaklar, ya dik yokuşlar…
*
Ama bazen bu satırlar sadece genel bir durumu anlatmaz; bir anı, bir geceyi, bir yorgunluğu da taşır içinde.
Tıpkı benim son üç ayda üç kez hastalanmam gibi…
*
Biliyorum; yorgunum. Pilim bitti.
Çalışmak dışında, mesleğim dışında bir tedavim de yok.
Tıpkı babam gibi… Günün 18 saati çalışır. Sağ olsun, beni de yine o götürdü hastaneye.
Anlatılmaz bir burun tıkanıklığı, boğaz ağrısı, öksürük, ateş, üşüme, titreme…
“Buna da şükür” dedim, gece boyu sabrettim. Ama baktım olacak gibi değil; 29 Mayıs Devlet Hastanesi’nin aciline zor attım kendimi, sabahın ilk ışıklarıyla.
Bir şeyler anlattım… Doktor hanım teşhisi koydu:
“Bilmem ne gribi...”
“Yine mi?” dedim isyan ederek.
Gülümsedi, reçete numarasını tutuşturdu elime…
“Ateş yapar, yatacaksın” dedi…
Yattım mı? Hayır. Yatamadım.
*
Hayat bazen zor, bazen kolay.
Bazen sancılı, bazen neşeli.
Tıpkı insan gibi; inişli, çıkışlı…
Ama devam ediyor işte...